Her ay bir mezunumuzla yaptığımız söyleşide bu ay Teknik Yapı Yönetimi Kurulu Başkanı ve Haydarpaşa Lisesi Mezunlar Derneği başkanı Nazmi Durbakayım ile Haydarpaşa Lisesi yıllarını ve sonrasını konuştuk.
Verda Kıplapınar: Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Nazmi Durbakayım: İstanbul Erenköy’de 1950 yılında doğdum. Üç nesil Erenköylü olan bir ailenin çocuğuyum. Daha eskiye gittiğim zaman, baba tarafım Kayserili, anne tarafım Çerkez fakat ben kendimi İstanbullu hissediyorum, Kadıköylü. 1950 li yıllarda, gençlik yıllarımda doğayla iç içe ve tenha muhitte Erenköy’de büyüdüm. İlkokulu mahalle ilkokulunda, ortaokulu Marmara Koleji’nde ve liseyi Haydarpaşa Lisesi’nde okudum ve İTÜ İnşaat Fakültesine girdim, inşaat mühendisi oldum. Bu eğitim sürecinde Haydarpaşa Lisesi’nin benim için çok büyük bir yeri var. Ortaokuldan sonra Haydarpaşa Lisesi’ne girmeseydim üniversiteyi kazanabileceğimi tahmin etmiyorum. “Üniversiteyi okumadın mı?” diye soruyorlar, öncelikle Haydarpaşa geliyor hayatımda. Bu yüzden hangi okuldan mezun olduğum sorulunca Haydarpaşa diyorum. 1968’de 58 kişi Haydarpaşalı olarak İTÜ’ye geçtiği için oranın da devamı gibi olduk.
VK: Haydarpaşa maceranız ilk nasıl başladı?
ND: Ortaokulda kolejdeydim ve bir süre sonra babamın işleri bozulduğundan dolayı benim için ayriyeten bir bedel ödenmesini istemedim ve parasız olan Haydarpaşa Lisesi’ne geçmek istedim. İyi ki de girmişim. O günkü şu anda ebediyete giden hocalarımızın çok büyük emeği oldu. Özellikle Haydarpaşalı olarak yetiştirilmemizde beden öğretmenlerimizin çok büyük rolü vardı. Çünkü onlar bize hem sporu, hem arkadaşlığı, centilmenliği hem de hayatla olan mücadeleyi öğretiyorlardı. Süreyya Bey’i Zeki Bey’i rahmetle anıyoruz. Belki babamın işlerinin bozulmasıyla Haydarpaşalı oldum ama “her şerde bir hayır vardır”ı burda da gördük.
VK: Lisede yaşadığınız unutulmaz bir olay var mı?
ND: O dönemde ya bir ekipte eleman olursun ya da bir ekibin başı olursun. Tarihi binada, eski demir basamaklar vardı, yerler mazotla silinirdi, güreş tutardık. Şakalaşan, arkadaşı için kendini feda eden bir ortamın içine girip oradaki belli bir grupta bulunmak benim için güzeldi. Anılardan aklımda kalanlardan biri çok eski bir talebe, ortaokuldan beri devam eden bir öğrenciyle bir kavga etmemizin sonucu, ondan sonra çok büyük dostluklar kurduk.
VK: Lisede pantolonunuzun cebine baksak içinde ne bulunurdu?
ND: Muhakkak belli bir miktarda para, cebimizde bir çakı olurdu, ufak tefek kopyalarımız vardır zaten yazarken öğreniyorduk ve çekmeye cesaretimiz olmazdı, sol cebimizde beyaz tertemiz bir bez mendilimiz olurdu şu anda bu alışkanlık kalmadı.
VK: Üniversiteden mezun olduktan sonra bir süre iş bulma sıkıntısı çekmişsiniz. Şu anda en bilinen inşaat firmalarının birinde yönetim kurulundasınız. Bu başarıya ulaşırken nasıl bir süreçten geçtiniz?
ND: Mezun olurken iki tane amacım vardı. Bir tanesi okulda kalıp öğretim görevlisi olmaktı eğitimci bir yanım olduğunu düşünüyordum, ikincisi de büyük bir şirkette kariyer yapmaktı. Fakat mezun olduktan sonra maalesef beni işe almadılar. Bu sefer kendi işimi kurma kararı aldım. Ve enteresan bir olay da var. Bir tarihte beni işe almayan firma bir iş için beni çağırdı. Görüşmemizin nihayetinde eski hatıradan dolayı önceden şirketlerine müracaat ettiğimi söyledim. Özür dilediler fakat gerek olmadığını söyleyip teşekkür ettim. Okulda kalamayışımın sebebi de benim istediğim branşta bitirme ödevini almam mümkün olmamıştı. Dolayısıyla istediğim branş olmadığı için de okulda kalma seçeneğini seçmedim. Hayat beni erken zamanda işin sahibi olmaya yönlendirdi. Haliyle de kendi işimi kazanmanın avantajını ve dezavantajını yaşadım. Şu anda hâlâ ben işimin patronuyum ve bu şirketin çalışanıyım.
VK: Teknik Yapı İnşaat Firması’nı kurarkenki hedeflerinize ulaşabildiniz mi?
ND: Tabi insanların hedefleri günün şartlarına göre oluyor ve hayatta hedeflerin revize olması gerekiyor. İnşaat şirketini kurarkenki hedeflerim çok farklı hedeflerdi. Onu şöyle düzeltelim. Eğer hedefi hep ileriye doğru itmezseniz ilerlemeniz mümkün değil. Yani bugün hedefe ulaştım dediğiniz anda çöküş başlar. Hedefe ulaşılmaz, hedeflere daima erişilmeye çalışılır. Siz ilerledikçe o da ileriye doğru gider.
VK: Şu anki başarınızı elde etmek için zamanında nelerden fedakârlık yaptınız?
ND: Başarı izafi bir kavram. Başarılıyım demek için neyi örnek aldığınıza, neyi kıstas aldığınıza bakmak lazım. Bugün “ben başarılıyım!” dediğiniz anda işte o en büyük başarısızlıktır diye düşünüyorum. Bugün çalışıyoruz, daima çalışıyoruz. Eski yaptığımız hataları ve eksiklikleri bugün yapmayarak, ders alarak ilerliyoruz. Ama yarın geriye dönüp baktığımızda birtakım eksiklikler göreceğiz, keşkelerimiz olacak. Keşkelerimiz yarınlara rehber olması açısından doğru ama hiçbir zaman pesimist olmak değil. Ben çalışmayı her zaman hayatımın bir parçası olarak, yaşam biçimi olarak gördüm. İnsanların hobilerinin olması lazım. Tabi siz hobinizi iş işinizi de hobi olarak yapabiliyorsanız başarının sırrını bulmuşsunuz demektir. Hobinizle işiniz çok farklıysa bu konuda biraz zorlanırsınız.
Mert Andırın: Haydarpaşa Lisesi’nde geçirdiğiniz yıllardan bir film yapılsaydı, filmin adı ne olurdu?
ND: Yakın zamanda bir dergi tarafından ödüller verildi, Gentleman dergisi tarafından. Ödülller arasında “En Centilmen Aile Şirketi Ödülü” de bize verildi, bana ve oğluma. Buna mana kazandıran bir Haydarpaşa mezunu duayeni rahmetli Nezih Demirkent abimizin torununun çıkardığı dergi tarafından verilmesiydi. Bizim zamanımızda Haydarpaşa Lisesi’nin önünde otobüsler durmazdı. 14 numaralı otobüs Fıstıkağacı’ndan gelirdi. Haydarpaşa’nın önünde durmazdı çünkü biz otobüse bindiğimiz vakit otobüs karışırdı. Maçlara gidilirken hadise çıkardı, kavga çıkardı. Şimdi bir Haydarpaşalı’nın centilmen ödülünü alması çok manidardı bunun sebebi Haydarpaşalı bir abimizin torununun dergisi tarafından verilmesi oldu. Dolayısıyla Haydarpaşa bir hayat okuluydu. Haydarpaşa’nın bir sene okuyana da beş sene okuyana da verdiği bir ayrıcalık vardır. Bir kalibrasyon görevi var. Bunu üniversitede bulmanız mümkün değil. Çünkü lisedeki arkadaşlıklarda bir menfaat yoktur. İnsanlar sadece müsabakalarda ve derslerde başarılı olmakla meşguldü. Bu yüzden daha samimi daha sıcak bir ortam vardı. Haydarpaşa Lisesi’nde arkadaşlık ilişkileri daha ön plandaydı. Hocalarımız yirmi dört saat bizi düşünen, zamanlamada hiçbir fedakârlığı esirgemeyen, teneffüsleri birleştirip bize ders veren, hedeflerimiz için bizimle birlikte mücadele eden kişilerdi. Orası bir aile yuvasıydı. Allah uzun ömürler versin, İngilizce hocamız Altan hoca –Pilav Gününe de geldi-, gazetede benimle ilgili bir haber gördüğünde telefonu açar bana tavsiyeler verir. Düşünün 90 yaşındaki bir öğretmen 67 yaşındaki bir öğrencisinin iş hayatında etkili olmaya çalışıyor. Bu bir hayat biçimi. Bizler de onlar gibi yetiştiğimiz için sizin gibi genç Haydarpaşalılara bu şekilde yaklaşıyoruz. Ben aynı zamanda Mezunlar Derneği Başkanlığı görevini yürütüyorum. Bu sene itibariyle de bütün mezunları fahri üye olarak kabul ettik. Yirmi beş yaşına kadar sizden aidat alınmayacak, sonrasında eliniz ekmek tutunca aidat vereceksiniz. Çünkü Haydarpaşa Lisesi Mezunlar Derneği ne kadar geniş ne kadar iletişim içinde olursa camiamız o kadar güçlü olur ve büyür. Çünkü bir yerde Haydarpaşalıya rastlamamak mümkün değil. Mesela Anıtkabir’e gidiyorsunuz törende saygı duruşundasınız, tören komutanı Haydarpaşa mezunu. Bir hastaneye gidiyorsunuz başhekim Haydarpaşalı. Ya da yurtdışında karşılaşabileceğiniz kadar büyük bir camia. Şimdi sizlerin de Haydarpaşalı ruhunu taşıdığınızı biz hissediyoruz. Sizin mezuniyet törenlerinizdeki birbirinize olan sevginiz bizim gözlerimizi yaşartıyor, gurur duyuyoruz. Çünkü bizim yaşayamadığımız birtakım imkanları siz bugün yaşayabiliyorsunuz. Ama bizim de yaşadığımız bazı şeyleri size fiziki olarak yaşatamasak da anıları anlatarak yaşatmaya çalışıyoruz.
Doğan Cinek: Bu sektörü neden tercih ettiniz?
ND: Bu çocukluktan gelen bir merak. Ben liseden mezun olduktan sonra Teknik Üniversiteye imtihanla giriliyordu, özel imtihanı vardı. İlk girdiğim imtihanda Elektrik Fakültesini kazandım. İlk defa imtihana girdiğim için orada inşaatı tutturamadım. İkinci sene tekrar imtihana girmek suretiyle inşaata giriştim. Benim ortaokuldan beri inşaata bir merakım vardı. Yani mesleği seçmem tesadüfi değil. Oğlumda da aynı şekilde inşaat mühendisi olma hevesi vardı. Başarının yüzde ellisi de bildiğiniz bir işi yapmaktan geliyor.
VK: Hayatınız boyunca örnek aldığınız, idol olarak gördüğünüz birisi oldu mu?
ND: Mesleki olarak idolümüz Feyzi Akkaya, Sezai Türkeş vardı ikisi de rahmetli oldu. Onların bu yollardan nasıl geçtiğine baktık. Biz de ona göre çalıştık. Hocalar hep eğitim verir ancak bizler birbirimizi yetiştiririz. Bu lisede de vardı. Bir dersi hocadan öğrenirsiniz daha sonra birbirinize anlatırken herkes iyi bildiği konuyu anlatır ve o konu daha iyi pekişir. Üniversitede de yine bu sistem böyle yürüyor ama esas okulu bitirdikten sonra mesleği bitirecekleri meslektaş abiler eğitiyordu. Siz de bu okula borçlusunuz, bunu da derneklerde göstereceksiniz. Siz de sizden sonraki nesillere öğretmekle bu borcu ödüyorsunuz. Eğer bu borç karşılıklı ödenerek devam ederse bu sinerji hiçbir zaman bitmez.
VK: Lisedeki arkadaşlarınızdan görüştükleriniz var mı?
ND: Çok kuvvetli bir bağımız var ve sıkı bir şekilde görüşüyoruz. Birbirimizi takip ediyoruz, bağımızı hiçbir zaman koparmadık. Mezuniyetten itibaren arada bir kopukluk olurdu ama Mezunlar Derneği sayesinde ilişkilerimiz devam etti. Her vesilede bir araya gelmeye çalışıyoruz.
DC: Bugünkü başarınızda dönüm noktası olarak kabul edebileceğiniz bir dönem var mı?
ND: Bugün başarısızım dediğiniz bir konu yarın bir başarı efsanesine dönüşebiliyor. Bunun için geniş bakmak lazım. Şirket olarak yapılabilen bu. Bu yüzden ben hiçbir noktayı dönüm noktası olarak görmüyorum. Çünkü kötü dediğiniz bir nokta için yarın iyi ki bu böyle olmuş diyebiliyorsunuz (kolejden ayrılmam gibi), çok iyi olan bir şey için de keşke olmasaydı diyebiliyorsunuz. Mesela bizim kolejde masalarımız tek kişilikti ve cilalıydı ama Haydarpaşa’ya geldiğimde sıralarımız iki veya üç kişi oturulan, üzerinde üç dört santimetre kadar kalınlaşan bir boya tabakası ve üzerine çakılarla yazılmış isimler vardı. Yani sıranın üzerine bir kağıt koyup yazmak mümkün değil, ince bir şey koysanız bile yazamazsınız. Düşünün ki kolej imkanlarından geliyordum ki siz şuan okullarınızda bu imkanlara sahipsiniz. Yerler tahtadandı ve temizlemek için mazot sürülüyordu ve o mazot da kokuyordu. Isınması mümkün değildi, tavan yükseklikleri yedi sekiz metreydi. Oradan buraya gelince de imkanlarımız daraldı gibi geliyordu ama şimdi geriye dönüp bakınca iyi ki gelmişim diyorum. Haydarpaşa Lisesi’nde okumasaydım Teknik Üniversiteyi hayal bile edemezdim.
DC: Kolejin imkanlarından sonra en çok neyin yokluğunu hissettiniz?
ND: İlk başta oradaki düzene alışamadım ama sonra çok çabuk adapte oldum. Çünkü en büyük etken insan faktörüdür. İnsanların daha arkadaş canlısı olması, her çevreden birinin olması gibi bir sürü etken olmuştu. Anadolu’nun her yerinden gelmiş arkadaşlarımız vardı. Van’dan gelmiş, Diyarbakır’dan gelmiş.
VK: "İyi ki Haydarpaşalıyım çünkü…" cümlesini nasıl tamamlarsınız?
ND: İyi ki Haydarpaşalıyım çünkü olmasaydım bu günlere gelemezdim, hayatla olan mücadelede başarılı olamazdım. Hocalardan çekinsek bile söz hakkımız vardı, bir yere gelince de hakkımızı korurduk. Şimdi bir yere gidince Haydarpaşalılığın vermiş olduğu bir deneyim olduğu için hangi kapıdan geçerseniz geçin o size büyük gelmiyor ve o kapıdan rahatlıkla geçiyorsunuz. Şimdi düşünüyoruz neden bir makama gidince kapıyı açıp girebiliyoruz çekinmiyoruz, çünkü bizim okuduğumuz yerde de bu kapılar vardı. Bu ruh şu anki binada da devam etti. Haydarpaşa Lisesi’nin bu büyüklük ruhu bugün hâlâ var. Bugün sizlerde var, biz bunu görüyoruz. Hatta bizden çok daha fazla medeni cesarete sahipsiniz ve sosyalsiniz. Haydarpaşa Lisesi’ne belirli bir başarıyı sağlayamayanlar giremiyor. Bu çıtayı sizler yükseltiyorsunuz.
VK: Son olarak Haydarpaşa gençliğine söylemek istediğiniz bir şey var mı?
ND: Çağı yakalamaya görmeye çalışıyoruz. Sizleri gördükçe kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. Bizlerin hayatından, bizlerin yaşantısından siz de hayatınızda istediğiniz yerleri alacaksınız. Yoksa bizim size şöyle yapın gibi yön vermemiz söz konusu olamaz. Ancak biz şeffaflığımızla kendi hayatımızı açtığımızda siz oradan ders olacak noktaları çıkarıp alabilirsiniz. Ben hepinizi tebrik ediyorum, güzel yetişiyorsunuz, iyi yetişiyorsunuz. Atatürk ilkelerine bağlı, örf ve adetlerine bağlı, dini inançlarına bağlı gençler olarak yetişiyorsunuz. Türkiye’nin ihtiyacı bu. Seksen milyonluk bir ülkede yaşıyorsak belirli değerlerimizi kaybetmeden birbirimizi dostça kucaklayarak hayatımıza devam etmemiz lazım. Bunu da sizler sağlayacaksınız.
Bir sonraki bültende görüşmek dileğiyle…
Söyleşi: Verda Kıplapınar (9/C, Sosyal Medya Ekibi), Doğan Cinek (11/B, Öğrenci Meclisi)
Fotoğraflar: Mert Yüksel Andırın (10/E, Fotoğrafçılık Kulübü)
Yer: Teknik Yapı
Tarih: 25/05/2017